Açık Kürsü 3: Prof. Dr. Selçuk Özdemir İle Veri Kavramları

Açık Kürsü programımızın üçüncü bölümünde, Sertel Şıracı’nın konuğu Prof. Dr. Selçuk Özdemir oldu. Bu bölümde gündemimizde şu sorular vardı;

– Veri nedir? Enformasyon nedir? Bilgi nedir?
– Aralarındaki ilişki ve farklar neler?
– Çok sık kullanılan bu kelimeler birbirine neden karışıyor?
– Çağımız bilgi çağı mı?
– Bir önceki çağa göre farkı/farkları neler?
– Bilgi çağı derken aslında veriden mi bahsediyoruz?
– Bilgelik (İrfan) nedir?

Üçüncü bölümümüzü Youtube’da izleyebilir veya podcast kanallarımızdan (Spotify, Apple PodcastGoogle PodcastDeezerSoundCloud vb.) dinleyebilirsiniz. Ayrıca bu konuşmanın deşifre edilmiş halini de videomuzun altında bulabilirsiniz.

Yeni bölümlerde görüşmek üzere. Lütfen sosyal ağlarda AVTED’i takip etmeyi unutmayın ve geri bildirimlerinizi bizimle paylaşmaktan çekinmeyin.

Sertel Şıracı: Herkese merhaba. Açık Veri ve Teknoloji Derneği’nin Açık Kürsü programına hoş geldiniz. Açık veri için video arşivi oluşturmaya çalıştığınız programımızda bugünkü konuğumuz Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Bilişim Garajı Kurucusu Sayın Profesör Doktor Selçuk Özdemir, hoş geldiniz!

Selçuk Özdemir: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum Sertel Bey.

S. Şıracı: Bu program video arşivimizin üçüncü programındadır ve mümkün mertebe bir açık veri dijital külliyatı yaratmaya çalışıyoruz. Bu alanda akla gelen ilk sorular da veri nedir, enformasyon nedir vebilgi nedir tarzındaki temel sorularımızdır. Bu soruların en iyi yanıtlarını sizden alabileceğimizi düşündüğümüz için sizi davet ettik. Ne dersiniz hocam?

S. Özdemir: Teşekkür ediyorum. Veri, enformasyon- ben ona malumat diyorum- ve bilgi… Bu kavramları uzun yıllardır okuyorum, yazıyorum,çiziyorum ama bir filozof olarak değil elbette. Ben bir eğitim fakültesi öğretim üyesiyim ve eğitim teknolojileri alanında çalışıyorum. Eğitim teknolojileri alanında bizim çok yoğun üzerine odaklandığımız konulardan birisi datadır. Datanın dönüştüğü enformasyon veya malumat ve onun eğer dönüşebilirse ki çoğunlukla dönüşmediği bilgi yani ‘knowledge’ ve onun bir adım sonrası bilgeliktir.Kendi içindeki hiyerarşide veriden enformasyona, enformasyondan bilgiye, oradan bilgeliğe… Eğitimle dönüşümü nasıl sağlarız konulu araştırmalarım sırasında odaklandığım kavramlardan bazılarıdır bunlar.
Veri en kaba haliyle günlük hayatımızda yapmış olduğumuz eylemler sonucunda veya biz yapmasak bile etrafımıza yerleştirdiğimiz çeşitli elektronik araçlarla okumuş olduğumuz çeşitli sinyallerin sayısallaştırılması veya kayıt altına alınmasıdır. Fakat onların doğrudan bir anlam ifade etmemesi olarak isimlendirebiliriz. Ben bunu şuna benzetiyorum. Karşınızda büyük bir toprak yığını var ve siz oradan altın çıkartmak istiyorsunuz. Büyük toprak yığını içinde sizin 2 gram altına ulaşmak için 2 ton toprağı elemeniz gerekir. Işte o 2 ton toprak aslında bizim big data dediğimiz, büyük verinin kendisidir. Doğrudan bir anlam ifade etmiyor ama içinde değerli şeyler saklıyor. Işte verinin enformasyona dönüşmesi, onu da daha sonra bilgiye dönüşmesi.. Bizim de burada o büyük, doğrudan bir şey ifade etmeyen toprak yığını içerisinde daha anlamlı maddeye erişmemiz gerekiyor. Toprak yığını içindeki altına, yani informationa ulaşmamız gerekiyor. Topraktan altına, altını elde ettikten sonra da o altından kıymetli ziynetler yapmak için bizim ustalığımızı, sentezimizi, yaratıcılığımızı ortaya koymamız lazım. Işte burasını da belki bilgi olarak isimlendirebiliriz. Bu anlamda etrafımıza yerleştirmiş olduğumuz cihazlardan elde ettiğimiz kayıtlı verilerin daha sonra işlenerek anlamlı hale getirilmesi ve anlamlı hale gelen verinin daha sonra işlenerek onun günlük hayatta kullanılabilir hale gelmesinden bahsedebiliriz. Verinin enformasyona, enformasyonun da bilgiye dönüşme süreci için böyle bir örnek verebiliriz.

Eğitim Fakültesi öğretim üyeleri ve özellikle bilişim teknolojilerinin, eğitim ve öğrenme süreçlerinde kullanılmasına çaba gösteren akademisyenler olarak , öğrencilerimizin veriyi toplayıp veriden anlamlı bir sonuç çıkartmalarına yardımcı oluyoruz. Daha sonra bu anlamlı sonucu günlük hayatlarında karşılaştıkları sorunları çözmek üzere hiyerarşik bir yapı içerisinde kullanmaya ve hatta bunların kullanılması için gerekli olan metodları, teknolojileri geliştirmeye çalışıyoruz.

S.Şıracı: Evet, burada bir okuryazarlığı da tabii oturtmak gerekiyor. Çünkü bu kavramları hali hazırda açmaya çalışsakta sıkça birbirine karıştırıyoruz açıkçası. Peki bu kavramları bu kadar sık karıştırmamızın sebebi ne olabilir? Sizin tespitiniz nedir bu hususta?

S. Özdemir: Sayın hocam onu ben şöyle yorumluyorum, çok yoğun bilim tarihi, felsefe tarihi, inoovasyon tarihi okumaya çalışıyorum. Toplumlar ne kadar çok bilgi üretme çabası içine girerse o kadar bu kavramlarla ilgili kargaşaları ortadan kaldırıyorlar. Ne yazık ki Ortadoğu toplumları, Islam toplumları ve yani biz Türkler özellikle son 700-800 yıldır bilgi üretmeyi, bilgiyigünlük hayatta sorunlarımızı çözmek üzere kullanmayı ve diğer bilgileri kullanarak yeni bilgi üretmek üzere kullanmayı bırakmışız. Biraz daha hazır bilgiyi, sorgulamadan bize aktarılan veriyi, enformasyonu olduğu gibi kabul etmeyi benimsemişiz. Bilgi üretme çabasından arındırıldığımız için de ne yazık ki zaman içerisinde veri, enformasyon, bilgi, bilgelik gibi kavramlar karışmış ve çok da fazla umursanmamış. Karışan şey düzeltilir ama çok fazla insanlar bunları düzeltme çabası içine de girmemişler. Bunu Halil Inalcık çok güzel ifade ediyor, ben onu çok önemsiyorum. Avrupa ile Osmanlı Imparatorluğu’nu karşılaştırdığı kaynaklara baktığınızda müthiş güzel bir cümlesi var rahmetli hocamızın. Kendisi diyor ki, Osmanlı İmparatorluğu kendisine öylesine güveniyordu, sahip olduğu bilgiye, bilime o kadar güveniyordu ki artık bir kibir içine girmişti ve Avrupalıların kendisini asla yakalayamayacağını düşünüyordu. O yüzden bilgi üretmekten, bilim üretmekten uzaklaştılar ve Avrupalıların da bu arada bilgi ürettiklerini fark edemediler. 1699 Karlofça’ya kadar da bu farkındalık asla onlarda oluşmadı. Ilk ağır yenilgilerini aldıktan sonra Osmanlı kafasını duvara vurmuş gibi oldu ve geri kaldığını anladı fakat ondan sonraki çabaları da doğru ve yeterli bir şekilde olmayıp doğru adımları atamayınca da ne yazık ki süreçten sonraki üçyüz yıl içerisinde bilgi üretemediği için yok oldu. Bu anlamda “misconception”, yanlış kavramsallaştırma gibi basit bir kavramla açıklayamayız bunu. Bu ne yazık Kİ, Ortadoğu toplumlarının, Türk toplumlarının, Islam toplumlarının kümülatif bilgi oluşturma sürecini ihmal etmesinin getirmiş olduğu bir sonuçtur.

Geçen gün muhafazakar kesimden bir yazarın yakılmasını internetteki bir videodan dinliyordum. Bu videoda şöyle diyordu; 57 tane Islam ülkesiyiz, gökdelenler ve büyük binalar yapıyoruz ama zamanı geldiğinde küçümsediğimiz toplumların ya da başka bir dine mensup ülkelerin aşıyı bulması için gözünün içine bakıyoruz. Neden beceremedik işte bunun sebebi bizim 800 ila 1200 yılları arasında öncü olduğumuz Türk ve Islam bilim dünyasını 1200’lerden itibaren ihmal etmemizdir. Bunun sonucunda veri, enformasyon, malumat, bilgi kavramları önemini yitirdi.

Benim çok kullandığım bir kavram vardır Sertel Hocam. Biz Orta Asya’dan beri Bilge Kaan, Kutadgu Bilig diyen bir toplumuz. Yani bilgiyi kutlu olmakla sıfatlayan, bilgiye ve bilgeliğe büyük önem veren bir toplumuz. Bu durum bizi 1600’lere kadar taşıyor fakat 1600’ler ile beraber son 300-400 yüz yıldır olan ihmalkarlığımızın bugün bile acısını çekiyoruz. O yüzden ben bu kavramları karıştırmanın sadece dille ilgili basit bir kavramsal süreç olmadığını, tarihsel köklerinin olduğunu düşünüyorum.

S. Şıracı: O halde geçmiş çağlara yol aldık fakat bu çağa gelirsek; yeni söylem olarak bu çağa ‘Bilgi Çağı’ diyoruz. Siz çağımızın gerçekten bilgi çağı olduğu fikrine katılıyor musunuz?

S. Özdemir: Kesinlikle bilgi çağı hatta ben orada bir ekleme daha yapmak istiyorum. İngiliz ünlü matematikçi ve eğitim filozofu North Whitehead’in çok güzel bir ifadesi vardır. Der ki; biz bilgiye değil canlı bilgiye bakmalıyız. Pasif olan bilgi, ölü olan bilgi yani sadece kitapta olan bilgi, kitap okumak çok önemli elbette, fakat salt kitap okumak sadece kitaptaki ölü bilgiyi alıp ezberlemek, onu bir yük haline getirmek marifet değildir. Bilgi Çağı’ndan kasıt kitapsal bilgileri daha fazla okuyup ezberlemekten ziyade, ölü bilgileri kitapsal bilgileri veya pasif bilgiyi aktif hale getirecek, onları canlandıracak veya Hegel’in ifadesiyle tez, antitezden sentez yapmamıza vesile olacak yolların arayışıdır. Bilgiyi sadece çocuklarınıza daha fazla kitap okutun şeklinde algılayan ve olayı merdivenin birinci basamağında tutan toplumlar olarak henüz biz bilgi toplumu olmaktan çok uzağız. Biz belki de hala büyük çoğunluk bir tarım toplumuyuz. Sanayi toplumu olmamız bile şüphe götürür.

Bu anlamda bilgi toplumu olmak, her evde birkaç tane bilgisayar olması, onların internete bağlanması değildir. Sosyal medya üzerinden sadece muhabbet edip karşılıklı küfürleşiyorsanız, karşılıklı hakaretler ve bölünmeler yaratıyorsanız biz bilgi toplumu olduk deme şansınız yoktur. Çünkü bilgi toplumu, olan bilgiyi alıp üreten, onunla Platon’un deyimiyle söylüyorum, toplumun yaşadığı problemlere çözüm üreten, değer yaratan toplumdur. Toplum içinde yaşıyor olmanın getirdiği sorumlulukla dağınık halde bulunan tezleri ve antitezleri toplayıp kendi sentezini ortaya koyup, toplumların ve insanların sorunlarını çözen bir yapıya kavuşmadığımız sürece sadece cihazlara ve bağlara sahip olduğumuz için bilgi toplumu olduğumuzu iddia edemeyiz.

Kavramları da doğru okumak zorundayız. Bunu da niye söylüyorum? Tüik sık sık istatistikler açıklıyor. Türkiye’de ailelerin bilgisayara sahip olma oranı, ailelerin mobil cihazlara sahip olma oranı, ailelerin ve bireylerin internete bağlanma hızları gibi kavramlar konuşuluyor ve bütün süreç nicel olarak ifade ediliyor. Sadece ve sadece nicel değerler üzerinden siz bilgi toplumu olmayı ölçmeye çalışırsanız, bu durum sizi ciddi şekilde yanıltabilir. Çünkü nicel değerlerin nitel taraflarını da hakkıyla yerine getiremiyorsanız, o özellikleri günlük hayatınızda işe koşamıyorsanız, atıl bilgiyi canlı bilgi haline getiremiyorsanız yine sizin bir bilgi toplumu olmak iddianız çok uzakta kalır diye düşünüyorum.

S.Şıracı: Anlıyorum, tabii şu ana kadar geldiğimiz noktada inanılmaz şekilde verinin içerisindeyiz Büyük veri ve yapay zekayı bugünlerde konuşmamızın sebebi de biliyoruz ki artan veriden dolayıdır.Konuyu derinleştirmek adına sormak isterim. Bilgi Çağı dediğimiz noktada veriden mi bahsediyoruz yoksa bu çağın Bilgi Çağı olmasında faklı bir etken var mıdır?

S. Özdemir: Öncelikle oradaki bilgi bir kere data değil, enformasyondur. Fakat enformasyonun önünde data var, arkasında bilgi var. Siz o büyük veriden işe yarar kısımları, yani 2 ton topraktan 2 gram altını çıkarttınız. Elde ettiğiniz 2 gram altınla da işe yarayan, insanların sorunlarını çözen yeni cihazların çıkartılmasını sağlayabiliyorsanız o zaman bilgi toplumu oluyorsunuz. Bu anlamda bilgi toplumu olmak demek doğrudan veri ile ilişkili bir şey değildir. Siz büyük verileri depolayabilirsiniz, çok büyük serverlarda (sunucu), toplumdaki bütün datayı depolayabilirsiniz. Fakat eğer bu data üzerinden toplumun sorunlarını çözen, topluma değer katan anlamlı çözümleri çıkartıp onları topluma sunamıyorsanız bilgi toplumu olma şansınız yok. Bu anlamda aslında bilgi toplumu bilgi depolayan toplum demek değil, depoladığı datayı doğru şekilde işleyen ve o data üzerinden toplumun sorunlarını doğru şekilde tespit edip bu sorunlara yine o data üzerinden elde ettiği enformasyona doğru çözümleri üretebilen, patentleyebilen toplumlar ancak bilgi toplumu olma yolunda ilerleyebilir.

Birçok insan bilir bilmez ama çoğunluk bilmez diye düşünüyorum. Bizi dinleyenlerin ciddi bir kısmı da mutlaka biliyordur diğer taraftan. Google bugün açık ara dünyanın en büyük big data firmasıdır. Dünyanın en büyük veri yığınları bu kurumda bulunuyor. Google’ın kurucularının daha şirketi kurmadan önce sunu yaptıkları John Deere adında bir yatırımcı var. Bu yatırımcı Amerika’nın çok ünlü yatırımcılarından birisi. İki tane genç, Sergey Brin ile Larry Page, firmalarına yatırım yapması için John Deere’ a sunu yapıyorlar. Deere yazdığı bir kitapta şunları belirtiyor; inanılmaz etkilenmiştim. Iki tane master yapan yirmilerindeki genç dünyadaki bütün datayı toplayıp organize edip onu kullanmak üzere bir şirket kurmak istiyoruz diye sunu yaptılar. Şöyle bir benzetmeyi düşünün, yirmilerinde iki arkadaş toplandık ve TÜBITAK’a bir projeye destekleri için başvurdum. Sunu yaptık ve diyorum ki onlara, ben dünya da bütün datayı toplayacağım, onu organize edeceğim, işleyeceğim ve ondan anlamlı sonuçlar çıkartıp bunu değerli bir ürün haline getirip bilgiyi satarak para kazanacağım. Bunun için bana 10 milyon dolar yatırım yapın desem, beni TÜBITAK’ın Ankara’da büyük bir binası vardır 20 katlı, o binanın 20. katından aşağı atarlar diyorum. Çünkü niye? Bu datanın ne olduğunu bilen insanlarla konuşmak lazım. John Deere ve benzeri onlarca yatırımcı Amerika’da ve işte Avrupa’da ve şimdi de Uzakdoğu’da bu datanın ne kadar kıymetli olduğunu bilen insanlardır. Büyük veri yığını içinde az bir altının olduğunu, onu bulmak gerektiğini, data mining yaparak onun içinden anlamlı sonucu yakalayıp o kullanarak yapay zekayla anlamlı çıktılar veren sistemleri kurmanın önemini bilen insanlardır. Bu insanlar yirmili yaşlarında dünyanın datasını toplayıp bunu kullanacağız diyen gençlere 40 milyon dolar yatırım yapabiliyorlar.

Bilgi toplumu olmanın getirdiği fark burada ortaya çıkıyor. Emin olun ben 10 yıldır Gazi Üniversitesi Teknopark’ta bir eğitime ar-ge şirketi yürütüyorum. Şükürler olsun Türkiye sınırlarını aşan çok kıymetli bir şirket haline geldi ve hatta alanında dünyanın sayılı firmalarından olma yolunda ilerliyoruz. Bilişim Garajı’ndan bahsediyorum. 10 yıldır yaşadığım sorunları ben bir kitap haline getireceğim. Türkiye’nin maddi olarak güçlü insanlarına sunma ve anlatma, hatta onların sistemini çocuklarına kullandırma şansını da öncesinde yakaladık ve büyük övgüler topladık. Fakat bir kişi elini cebine atıp bu projeye yatırım yapma zahmetinde bulunmadı. Çünkü teknolojinin, inovasyonun eğitimle buluşması bu yönde bir Know-How’un ortaya çıkması kimseyi heyecanlandırmadı. İşte o kafa karışıklığı ile, data, enformasyon, bilgi, bilgelik, Kutadgu Bilig diyen toplumdan bir anda ne gerek var toplumuna dönüştük biz. Ben buna yemin etsem başım ağrımaz eğitim modelinin çıktıları diyorum. Türkiye’de ne yazık ki uzun yıllardır yemin etsem başım ağrımaz eğitim modeli uygulanıyor. Herkes matematik öğretiyor yemin etse başı ağrımaz ama matematik çıktısı yok, resim eğitimi veriyor insanlara yemin etse başımız ağrımaz. Eğitim veriyoruz ama ortada cin Ali’nin ötesinde resim çizemeyen bir insan yığını halindeyiz. Bu yüzden de o kafa karışıklığı sadece kavramsal bir kafa karışıklığı değil aslında o veri, enformasyon, bilgi kavramları arasındaki ilişkinin anlamını anlayamayan toplumun yaşadığı bir kaostan bahsediyoruz. Bugün bilgi toplumu olma hevesi içinde olup bundan çok uzak olan Türkiye’den bahsediyoruz

S. Şıracı: Evet, tabii bunun bir de ekonomi boyutu var. Umarız ilerleyen programlarda hem bu verileri nasıl koruyacağımızı hem de ekonomi boyutunu konuşuruz. Aslında kaçırdığımız çok önemli trenlerden bir tanesidir bu. Hocam, son olarak süremiz de dolmak üzereyken size sormak istediğim bir konu daha var. Madem bilgiden konuştuk, bilgelikten de biraz konuşalım. Sizin özel tanımınızdan bilgelik, irfan kavramından ne anlamalıyız? Bilgiyi bu noktaya kadar getirmişken bilgelik nedir diye sorayım size son olarak.

S. Özdemir: Bu kavramlar üst seviye kavramlar olmasından dolayı kullanmaya korktuğum kavramlardır. Çok bilge bir adam, çok bilge bir hanımefendi gibi kavramlar kime göre neye göre, hangi bilgiye göre kullanılıyor. Bu anlamda bilgelik, irfan yani derin anlamları yakalayabilme, derin sentezler yapabilme seviyesine sahip insanların ben öncesinde çok derin hatalar yapmış, çok büyük sorunlar yaşamış insanlar olduklarına inanıyorum. Ben bilgeliğin, vahiyle, kendi kendine veya genetik olarak geldiğine inanmayan bir insanım. Bir insan eğer bir konuda veya bir alanda çok bilge ise o insan çok büyük ihtimalle kendisinin bilge olarak adlandırıldığı alanda çok büyük hatalara -lütfen kimse kusura bakmasın rahat konuşacağım- çok büyük aptallıklara imza attığını düşünüyorum. Einstein gibi,çok yoğun bilim tarihine imza atmış insanların hayatlarını mümkün olduğunca çocukluklarına kadar inerek okumaya çalışıyorum. Bilimde, teknolojide, sanatta büyük işlere imza atmış insanların çocukluk yıllarını okumayı çok önemsiyorum. Sayın hocam, emin olun bizleri bugün dahi etkileyen büyük işlere imza atan insanların hayatlarını okuduğunuzda yapmadıkları hata yok. Bugün bir yerde karşılaşsak senin bu yaptığın zekice bir şey değil ki, aptal mısın sen diyeceğimiz aptallıklara imza atan insanların yaptıkları büyük inovasyonların olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Bu anlamda ben bilgeliği hata yapma özgürlüğü ama hatalardan ders çıkarma özgürlüğü olarak adlandırıyorum. Bilgelik kendi kendine gelen bir şey değildir. Ben dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü değil, elli yanlışın muhteşem bir doğruyu getirdiği bir dünyaya inanıyorum. O yüzden bizim eğitim sitemizdeki ölçme araçlarının çok ama çok hatalı olduğunu hatta kötü niyetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerçek dünyada dört yanlış bir doğruyu götürmez. Bazen bir yanlış bütün doğruları götürür ama bazen de elli tane yanlış mutlaka devasa bir doğruyu getirir. İşte o doğruyu getiren kişi de daha sonra bilge kişi olarak adlandırılır ve yaşla ilgili bir şey değildir. 70 yaşında 40 yıl belli bir alanda çalışmış ama 40 yıl boyunca ilk bir yılda yaptığını 40 defa tekrarlamış bir insandan bilge olarak bahsedemeyiz. Fakat 10 yıl bir alanda çalışmış ve 10 yıl boyunca her yıl üzerine koyarak gitmiş daha otuzlarında olan çok bilge insanlarla karşılaşabiliyoruz. Şu anda dünya böyle bir dünya. O yüzden bilgelik yaptığın bir yıllık bir tecrübeyi, yaşadığın bir yıllık bir tecrübeyi 40 defa tekrarlamak demek değildir. Bizim eğitim ortamlarımızın, çalışma ortamlarımızın hata yapmaya ama hatalardan ders çıkartmaya müsait olması lazım. Latince çok sevdiğim bir atasözü vardır. Der ki; “Hata insanidir, tekrarı şeytanidir.” Çok severim ben bu sözü. Bu anlamda bilgelik hatayla gelir ama hatadan ders çıkartmakla gelir. Siz eğer hataları tekrarlayan bir yapıda devam ediyorsanız da orada insani değil şeytani bir durum var demektir.

Bilgelik başlı başına konuşulması gereken, kendi kendine gelmediğinden emin olduğumuz aksakallı dedelerin ak saçlı teyzelerin sahip olması gereken bir şey değil, insanların yaşadıkları tecrübelerden çıkarttıkları derslerle ilişkili bir şey olduğunu anlamamız lazım. Bunu da niye söylüyorum? Bizde genelde öyle bir kültürel eğilim vardır. Bir ak sakallı amca, ak saçlı bir teyze gördüğümüzde hemen bilgelikten dem vururuz. Bu hatalı bir bakış açısıdır.

Data, enformasyon veya malumat ve bilgi, bilgelik üzerine önce bir kafaların belki biraz daha berraklaşması gerekir. Berraklaşan süreci tamamlayacak, insanların bu süreci yaşamalarına izin verecek, okudukları, duyduklarıölü bilgiyi aktif hale getirecek öğrenme süreçleri tasarlayıp, toplumu biraz daha hayata inovatif bakan, yine Platon’un deyimiyle bulunduğu topluma bulunma sebebi olan, ben bu toplumda yaşıyorum çünkü bu toplumun değerlerinden faydalanıyorum ben de en azından bir değer sunmalıyım, sorumluğu taşıyan insanların yaşadığı bir toplum inşa etmek için bu şekilde programlarla insanların biraz daha böyle bilgilenmesini, aydınlanmasını sağlamalıyız.

S.Şıracı: Çok teşekkür hocam. Berraklaşma sürecine bu programımız ile bizlerin de bir katkısı umarım olur. Güzel sohbetiniz, güzel anlatımınız için çok teşekkür ediyoruz. Evet, değerli izleyenlerimiz bizim açık veri ile ilgili dijital külliyatımızın bu üçüncü programımızın da sonuna gelmiş bulunuyoruz. İzlediğiniz için çok teşekkür ederiz. Sayın hocam, katkılarınız için tekrar çok teşekkür ederiz.

S. Öztürk: Ben teşekkür ediyorum beni konuk ettiğiniz için. Saygılar, iyi akşamlar diliyorum.

Paylaşın