Açık Kürsü programımızın dördüncü bölümünde, Sertel Şıracı’nın konuğu Doç. Dr. Mesut S. Çekin oldu. Bu bölümde gündemimizde şu sorular vardı;
– Kişisel Veri Nedir?
– Kişisel Veri Ne Değildir?
– ABD, AB ve Türkiye’nin Veri Korumaya Bakışı Nasıl?
– Mahremiyet Gelişime Engel Olabilir mi?
– Mahremiyet Nasıl Satılabilir Hale Geldi?
– Veri ekonomisinden Nasıl Faydalanabiliriz?
Dördüncü bölümümüzü Youtube’da izleyebilir veya podcast kanallarımızdan (Spotify, Apple Podcast, Google Podcast, Deezer, SoundCloud vb.) dinleyebilirsiniz. Ayrıca bu konuşmanın deşifre edilmiş halini de videomuzun altında bulabilirsiniz.
Yeni bölümlerde görüşmek üzere. Lütfen sosyal ağlarda AVTED’i takip etmeyi unutmayın ve geri bildirimlerinizi bizimle paylaşmaktan çekinmeyin.
Sertel Şıracı: Herkese merhaba, Açık Veri ve Teknoloji Derneği’nin Açık Kürsü Programına hepiniz hoş geldiniz! Açık veri alanında dijital külliyat oluşturmaya çalıştığımız video serisinin bu bölümünde sizlerle birlikte kişisel veriyi konuşacağız. Kişisel veri dediğimizde ülkemizde önde gelen isimlerden Doçent Doktor Sayın Mesut Serdar Çekin bizimle birlikte olacak. Kendisi Türk Alman Üniversitesi Öğretim Üyesi ve az önce bahsettiğim gibi kişisel verinin korunması kapsamında uzun zamandan beri çalışıyor ve kendisinin görüşlerinden hepimiz istifade ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz!
M. Serdar Çekin: Merhabalar hocam, hoş bulduk!
S. Şıracı: Arayı açmadan ben size hemen sorayım. Kişisel veri nedir ve bağlamında da kişisel veri ne değildir?
M. S. Çekin: Aslında çok basit bir soru ama bir o kadar da günümüzde karmaşık hale gelen bir soru diyebiliriz. Kişisel veri belirlenebilir kılınan her türlü veri olarak tanımlanıyor. Bunu eğer veri koruma mevzuatının veya düzenlemelerinin ilk yapıldığı 1980’li yıllardan yorumlamak istiyorsak aslında daha anlaşılır, nispeten daha basit olacak. Zira kişiyi doğrudan adı, soyadı, doğum tarihi, yeri vesaire doğrudan belirli kılabilen veriler olarak karşımıza çıkıyor ama bunun haricinde bir de belirlenebilir kılan diye bir kıstasımız var. Bu ne demek? Başka bilgilerle birleştirildiğinde de kişiyi belirli kılabiliyorsak, onu tespit edebiliyorsak bu da kişisel veridir, diyoruz. Bu dediğim gibi seksenlerde, doksanlarda belki pek bir sorun değildi. Daha evlerde doğru düzgün telefon yok, bilgisayar yok, akıllı telefon diye bir şey yoktu. Devasa veri çapları yoktu, devasa çapta işlenen veriler, veri bankaları, veri tabanları yoktu. Internet bağlantısı sayesinde herkesin herkesle iletişim kurabilmesi vs yoktu. Bu dönemde o belirlenebilir kılma kıstası belki pek o kadar da önem taşımıyordu.
Kim açısından önem taşıyordu? Işte devlet açısından önem taşıyordu çünkü bir taraftan maaş bilginize de sahip, bilmem başka bir araç bilginize de sahip, konut bilginize de sahip. Orada aslında amaç şuydu: devlette -amaca bağlılık ilkesiyle de bağlantılar var zaten- ne için aldıysa onun için kullansın, birbiriyle bağlantılı hale getirmesin diye bir mantık vardı. Günümüz dünyasına baktığımızda ise devasa veri setleri her gün hepimizde mevcut. Sırf cep telefonlarımız üzerinden bile tonlarca veriyi aslında üretip hammadde olarak büyük teknoloji şirketlerine sunuyoruz zaten. Dolayısıyla da artık aslında her türlü veri kişisel veri olarak nitelendirilebiliyor. Bunun hiçbir sınırı yok, sadece şöyle bir sınırlandırma olabilir: Mutlak değil de nisbi bir bakış açısıyla bu olaya yaklaşırsak. Bu ne anlama geliyor? Sizin Serter Bey, bir statik veya dinamik ip adresinizi ben ele geçirdiğimde hiçbir işime yaramaz. Ama o ip adresiyle isp adresini bağlantılı hale getirebilen, ondan sonra da işte size fatura kesen vesaire telefon şebeke sahibi işleticisi artık diyelim bu verileri eşleştirdiğinde “ha bu ip adresi şu ISP ile bağlantılı o da Sertel Şıracı’ya aittir” deyip de sizi belirli kılabiliyor.
Dolayısıyla onun açısından kişisel veri oluyor, benim açımdan kişisel veri değil anonim veri olabiliyor. Ama dediğim gibi işte bu veri setleri büyüdükçe, insanların veri setlerine ulaşım imkanları kolaylaştıkça artık hemen hemen her türlü veriyi kişiyle bağlantılı hale getirebildiğimiz için kişisel veri diyebiliyoruz. Bu sebeple de zaten artık ciddi tartışmalar var. Biz bu kıstas üzerinden kişisel veriyi acaba tanımlayabilir miyiz? Bu çok aşırı geniş bir kapsam değil mi çünkü her şey bu sefer kişisel veri oluyor. Acaba biz bunu sınırlandırmalı mıyız doğrultusunda ciddi tartışmalar da yaşanıyor artık.
S.Şıracı: Evet, aslında tabii bizim derneğimizin konusu da açık veri malum ve açık verinin karşısına hep kişisel veri konuluyor. Bütün dünyada böyle, sadece Türkiye’de değil haliyle ve bu noktada da aslında biz biraz bu konuyu seçmek zorunda kaldık ilk bölümlerimizden birisinde. Bu mevzuat da bizim icat ettiğimiz mevzuat değil, gerçekten uluslararası heralde nadir konulardan bir tanesidir. Çünkü gelişen teknoloji ile birlikte iş bir yere kadar geldi. Fakat ülkelerin farklı farklı yaklaşımlarını da görüyoruz. Türkiye’nin bir bakışı var ama Türkiye’nin yaklaşımını aldığı Avrupa Birliği de var, bir de bunun bir başka dünyası Amerika Birleşik Devletleri de var. Bu durum biraz sonra da konuşacağımız üzere veri ekonomisine doğru gidiyor. Bu üçlü gruba baktığınızda biz de dahiliz buna ne durumdayız?
M.S. Çekin: Biz daha çok Kıta Avrupası’na yakınız. Bunu da ben şöyle söyleyeyim: Pembe gözlüklerle bakalım olaya. Birisi ekonomik değeri esas alıyor, kişisel veri bugün çok ciddi derecede değerli bir hammadde olarak değerlendiriliyor. Birisi ekonomik değerini esas alıyor ve diyorki ekonomik bir değeri varsa o zaman bunun ticarete de konu olabilmesi lazım.Amerika Birleşik Devletleri bunun üzerinden ekonomisini desteklemeye, buradaki ekonomiye teşvik etmeye çalışıyor.
Kıta Avrupası ise daha çok olayın insan boyutunda, kişilik boyutunda. Yani seksenlerden beri asıl yetmişlerden beri hatta hukuki düzenlemeler vesaire bu şeffaf, tamamen bütünüyle şeffaf insan olmasın diyor. Zira ben sürekli eğer gözetlendiğimi, hareketlerinin takip edildiğini, hatta bundan sonraki yapacağım hareketin de tahmin edilebildiğini biliyorsam artık hür irade ile davranamayacağım. Sürekli bir korku, sürekli bir kaygı, bir endişeyle hareket edeceğim. Ama demokratik hür bir toplumun temeli nedir? Hür bireydir. Eğer onun hürriyetini bu vesileyle elinden alırsanız, o zaman siz demokratik hür toplum düzenini de ortadan kaldırırsınız yaklaşımıyla kişi ağırlıklı, kişilik hakkı ağırlıklı koruyucu bir mekanizma geliştiriyor Avrupa Birliği. Oradan mevzuatımızı almakla biz de aslında oraya çok yakınlaşmış bulunuyoruz.
Bu dediğim gibi pembe gözlükle oluşuyor. Bir de şimdi kötü tarafa bakalım. İktisadi açıdan buna ekonomi savaşları demek istemiyorum. Meşhur Youtuberlar sürekli bir komplo teorileri ortaya atıyor, öyle bir şeye hiç gerek yok. Avrupa Birliği özellikle son 20 senede, 30 senede dijital ekonomide Amerika’nın fersah fersah arkasında kaldı. Yani büyük AB yazılım şirketi var mı, bir ASP’den başka benim bildiğim yok. Bir Facebook’u, Google’ı vs. yok. Burada rekabet edebileceği tek Çinli firmalar var ki dünyanın global dijital ekonominin büyük yüzdesini Amerika ile Çin zaten paylaşıyorlar. Şimdi bu takdirde de o zaman ne yapıyoruz, rekabet edemiyorsam sınırlandıralım da diyebilirim. AB’nin de iktisadi açıdan böyle bir yaklaşımı da var. Yani ben hem koruyayım kişileri ama aynı zamanda kendi pazarımı da o zaman koruma altına alayım. Çünkü şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor, iktisada fazla dalmayayım. Kolonyalizm dönemini hatırlarsak, kolonileşme dönemini hatırlarsak sömürgeciliğin alası nasıl yapılıyordu? Hindistan’dan pamuğu topluyor, Ingiltere’ye götürüyor, Ingiltere de işliyor kıyafet yapıyor ondan sonra da aynı Hindistan’dan topladığı ve işlediği hammaddeyi katkı değerli ürün olarak yine Hindistan’a satıyor. Şimdi çok benzer bir durumda biz de bulunuyoruz şu an. Hammadde kişisel veri ve ben kendim gönüllü olarak veriyorum. Ondan sonra büyük teknoloji şirketleri algoritmalarıyla bunu çalıştırıyorlar ve oradan bir katma değer elde ediyorlar. Elde ettiği katma değeri de bana para karşılığı satıyor. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız. Orada da işte AB diyebiliriz, koruma mekanizmasını da bu hukuk üzerinden kişisel veriler üzerinden de -başka unsurlar da var o fazla konumuzu aşar- böyle bir yan rekabeti eşitlemeye dengelemeye çalışıyor.
S.Şıracı: Aynı tartışma aslında patent için de var, telif hukuku için de var. Bir şeyleri koruma altına alıp saklamak ve başkalarına tekel vermek. Bir taraf bunları alıp bütün kamuya açıyor. Yazılım, işletim sistemleri örnekleri teknoloji tarafında oldukça fazla. Baktığımızda böyle açık kaynak kodlu çalışmalar gibi gidişatta var. Bir yandan da açmak ve kapatmak arasında bilginin üretimi, bilginin yayılımı ve bundan katma değerli bir şey ortaya çıkartmanın tekel olması veya kamuya yayılması gibi bir derdimiz var. Bu arada son zamanlarda, mahremiyet her zaman insanlık tarihinde çok kıymetli bir konuydu ama bu kaydı aldığımız yakın zamanda memlekette en büyük kişisel veri ayaklanması yaşandı bir anlık mesajlaşma uygulaması üzerinden. Şimdi bu noktada mahremiyet toplumların gelişimi önünde bir engel olarak ortaya çıkmaya mı başladı. Bu konuda fikriniz nedir?
M. S. Çekin: Şöyle mahremiyet engel midir? Tam bir akademisyen cevabı ile yine evet engeldir ama aynı zamanda hayır engel de değildir diyeyim. Mahremiyet şöyle engeldir: Mahremiyetin, ben medeni hukukçu olduğum için daha çok kişilik hakkı üzerinden gitmek istiyorum. Bunun bir çekirdeği (core) var ve bu çekirdeğe dokunulmaması lazım. Yani siz her türlü buna müsaade ederseniz, her türlü veri işlemeye müsaade ederseniz ki şu an fiili durum maalesef böyledir. Ben şey diyorum hep “dijital amel defteri”. Google’a vesaire bir sorduğumuzda benim hangi verileri mi işliyorsun diye gmail, haritalar vesaire, bütün bunlar üzerinden dijital amel defterimizi dökmüş oluyor. Her şeyimi biliyor, hangi internet sitesinde gezindim, onu yaptım bunu yaptım ve bana dair öngörüleri benden çok daha iyi. Eşimden, annemden, çoluk çocuğumdan çok daha iyi öngörülerde bulunabiliyor. Şimdi o zaman ne oldu, ben şeffaf bir insan haline geldim ve Google beni tabiri caizse yönetebilir, manipüle edebilir, yönlendirebilir istediği gibi. Şimdi burada işte o çekirdeğe dokunmamamız gerekiyor. Orada devletin koruma yükümlülüğü devreye giriyor. Mahremiyet orada engel olması lazım. Fakat bu şu anlama da gelmemeli. Evet, Google diyoruz, Facebook diyoruz, büyük teknoloji devleri var tamam güzel, onlar devasa çapta veri işliyorlar doğru ama aynı kuralları, aynı kaideleri ben veresiye defteri tutan bakkal amcaya da işletemem ki. Ama gün sonunda oraya çıkıyoruz. Yani şu an KVKK, uyum süreci vesaire birçok firma yaptı, bitirdi, VERBİS‘e kayıt olmayanların cezaları muhtemelen çıkacak vesaire bir sürü gelişmeler oldu. Şimdi işletme sahibi diyor ki; “Ya kardeşim ben burada çalışanıma para veremiyorum, maaş ödeyemiyorum. Şimdi geleceğim ben 30,40 veya 5O bin lira uyum projesine para vereceğim, böyle bir kalemim yok benim”, diyor. Ben küçük işletmedir o zaman istediği gibi işletsin, istediği kişiyle de paylaşsın ve ben konferanstayken ya da sabah akşam su arıtma cihazı için arasın tabii demiyorum.
Benim naçizane kanaatim ki bu doğrultuda da çok ciddi görüşler var. Açıkçası siyah beyaz değerlendirme yapmayıp esneklik payına çok ihtiyacımız var. Özellikle teknik çalışan arkadaşlar için bu durum kabus. Ya siz hukukçular gerekli diyorsunuz, uygun diyorsunuz, ne anlama geliyor bu kardeşim diyorlar da işte bu esneklik payına bizim çok ihtiyacımız var. Google’ın yapacağı aydınlatmayla, bilgilendirmeyle, onun dikkat edeceği alması gereken önlemlerle bakkal amcanın alması gereken önlemler aynı değil. Kanunda da bu aslında böyle düzenlenmiş ama bunun daha böyle bir dereceli sistemle kaleme alınması, düzenlenmesi gerekir. Bu doğrultuda da işte mahremiyetin bırakın engel olmayı tam tersine desteklemesi ortaya çıkacaktır. Yani bir taraftan o kişilik hakkına saygılı olup o çekirdeğe müdahale etmeyip, öbür taraftan insanlarla el ele gittiği takdirde mahremiyet burada gelişime engel değil, tam tersine gelişimi destekleyecek nitelikte olacak.
Neden? Çünkü bir mahremiyet demek mahremiyete saygı göstermek demek. Bir şirket için prestij anlamına geliyor gördük. O anlık mesajlaşma uygulamasının bir haftada bilmem kaç milyon tane kullanıcı kaybetmesiyle gördük. Onun yerine de başka yerlere geçildi vesaire. Mahremiyet algısı ilk defa aa doğruymuş ya bunlar bizim verimizi gerçekten işliyormuşa döndü. Dolayısıyla ben mahremiyete dikkat ediyorum dediğinizde bir prestij kazanımı söz konusu oluyor. Ikinci aşama özellikle bu ABD’de bulunan ilkeler, Privacy by Default-Design ilkeleri diyoruz biz. Buradaki durum mahremiyeti, yazılımı tasarlarken, gelişim aşamasındayken dikkate al, baştan iç içe git ki günün sonunda 2 milyon yatırım yaptığım proje KVKK’ya uygun değildir denilip çöpe atılmasın. Işte bunun için de mahremiyet gelişime engel olmaktan çok, gelişimi destekleyici, onunla el ele daha da ileriye götürebilecek nitelikte olabilir.
S. Şıracı: Evet teşekkürler hocam. Buraya kadar geldiğimiz konu itibariyle iyi bir adım atmış olduk şeffaflık konusunda. Birazda da daha ayrıntılı konuşacağız.
Bir de sıklıkla sunumlarda değerlendirilenbir konu; hukukçular nereden bu işe girdi? Bu konu tamamen duygusal olmakla birlikte parasal konulardan da bahsediyoruz. Bu kadar büyük savaşların verilmesi ve yaptırımların artmasının karşısına ekonomik yaptırım konmasının sebebi aslında ekonominin büyümesidir. Görüyoruzki mahremiyet artık satılabilir bir hale geldi ya da mahremiyet satın alınabilir bir hale geldi diyebiliriz. Dünyanın en zengin şirketlerine bakıyoruz, 10 yıl önce Apple bu kategoride değildi ama bugün dünyanın en değerli şirketi. Örneğin Amazon şirketie ticaret kitap satışı yapıyordu ama bugün bütün internetin artık ana omurgasını oluşturuyor, servisleri ile birlikte.. Yani dünyanın en zengin ilk 5 şirketi bugün bilişim ve teknoloji firmaları.
Nasıl oldu da bizim verilerimiz alınabilir satılabilir hale geldi? İkinci olarak dünyanın en zengini olarak baktığımız Apple’da baktığımızda mahremiyeti alıp satıyor. Bu konuyla ilgili değerlendirmeniz nedir?
M.S. Çekin: Regülasyon yapan, regüle eden otoritelerle regüle edilenler arasında bir kedi fare ilişkisi var. Fare kaçıyor sürekli kedi de peşinden kovalamaya çalışıyor. Burada çok güzel bir iktisadi model geliştirildi. Yani güzel dediğimkarlı anlamında tabii yoksa mahremiyet açısından o kadar da güzel bir şey değil.
Özellikle 2000’li yıllardan sonra hakikaten her şey kişiye özel olmaya başladı. Dikkat ederseniz birkaç belgeselde de bunu çok güzel dile getiriyorlardı. Eskiden bir sanatçı albüm çıkardığında CD’sini satın alıyorduk. Öyle kalıp gibi CD’ler vardı vesaire. Şimdi ise bir şarkıyı Google Play Store veya iTunes teker teker indirebiliyoruz. Bu uygulamalarda sürekli yazan zaten sana özel, her şey bize özel. Bu bile müzik piyasasında devrim yarattı. Benzer şekilde işte yazılımlar olsun, eskiden düşünün kim bir yazılıma para ödüyordu ancak yarın bir gün lisans davası açılmasın diye büyük şirketler belki yapıyordu. Artık öyle bir ulaşılabilir hale geldi, o kadar bağlantılı hale geldi ki biz bize özel şeyleri almaya satmaya başladık. Bu işte yeni iktisadi modelin bir parçasıydı.
Öbür taraftan şirketler bazı algoritmaları geliştirebilmek için çok devasa çapta veri setleri lazım ve veri setiniz ne kadar çeşitli ise ne kadar farklı nitelikte veri içeriyorsa onun öngörülebilirlik kabiliyeti o kadar iyi olduğunu da fark etii. Bunun çok çarpıcı, çok güzel bir örneği vardır.Örneğin Ford otomobil markası ve Chevrolet otomobil markası ayrı ayrı 1 milyon resim koymuş şekilde bakıyor.Bunların hepsi de şöyle bakıyor; 2 milyon toplam veri seti, devasa bir veri seti aslında ama buna Ford dedim buna Chevrolet dedim ya algoritmayı değiştirmiş. Ford ve Chevrolet’in sadece bakış açısını değiştirmiş. O güne kadar sadece tek bir bakış açısı üzerinden eğittiği için algoritmayı, yer değiştirdiği an itibariyle arabaların markalarını karıştırıyor hemen. O noktada sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan, her tarafından resmini çekmeniz ve çeşitlendirmeniz lazım ki onu gerçekten de çok güzel analiz edebilsin. Şimdi bu sadece bir tane arabanın sadece bir görünümü ile alakalı.
Insan davranışını siz analiz etmek istiyorsanız bütün dünya çapında devasa veri setlerine ihtiyaç var. O zaman bu verileri toplayabilmek adına ücretsiz uygulamalar açıp onlardan yararlanıyorum. Herkes benim hesabımı ne yapsın diye düşünüyor bu arada. Evet senin hesabını bir şey yapmayabilir. Çok affedersiniz bir Standup komedisinde meşhur senin boklu Facebook hesabını kim ne yapsın diye bir replik var. Facebook benim hesabımı gerçekten ne yapsın, bir işe yaramaz ama eğer 60 milyon Türk vatandaşının hesabını alırsa Türk toplumunun gen haritasını çıkarıyor. Bu toplum neye nasıl tepki veriyor, ne yapıyor, gaza mı geliyor yoksa soğukkanlı bir toplum mudur, siyasi polarize olmuş bir toplum mudur bakabiliyor. Cambridge Analytica örneğinde de maalesef ziyadesiyle gördüğümüz gibi.
Binde birlik katılımcı sayısının binde birine tekabül eden Chat Bot, aşırı görüşü ortaya atıyor ve günün sonunda %51, %52 taraftar toplayabiliyor, çoğunluğu kendi arkasında alabiliyor. E Chat Bot’u ben zaten nasıl uygulayacağım? Mecburen kişisel veri alarak, insanları analiz ederek yapacağım. O da çok güzel, çok yani karlı bir iş modeli olarak ortaya çıktı.
S. Şıracı: Evet, şimdi vatandaşların verisi konusuna geldiğimize göre bu verinin Türkiye’de kalması ya da yurtdışına transfer edilememesi meselesi de bulunuyor. Bu konunun ekonomik sonuçları da var tabii . Bu noktada ülkelerin modellerini konuştuk ama Tükiye özelinde ekonomistler bu konuya nasıl faydalı olabilirler? Türkiye ne yapmalı ya da bu veri ekonomisinden nasıl faydalanabiliriz?
M.S. Çekin: Şunu hemen belirtmeliyim ki ben bir hukukçuyum. Bu olay aslında multidisipliner bir çalışma gerektiriyor. Dolayısıyla burada iktisatçı, efendim hem mühendis aynı zamanda işletmeci büyüklerimiz, üstatlarımızın da tabii görüşlerini dikkate alarak benim nacizane kanaatim açıklamak gerekir. Bir taraftan o mahremiyet hani el ele gidecektir demiştim ya, Türkiye’de de o mahremiyetin el ele gitmesi çok önemlidir. Yani bir taraftan o çekirdeğe zarar vermeyeceğiz ama eş zamanlı olarak da teknokentteki kuluçka merkezinde de gözü ışıldayan, yeni bir fikrim var ve bu fikir için veriye ihtiyacım var diyen o pırıl pırıl genç arkadaşıma KVKK diye bir şey var olmaz yasak dememeliyim.
Bunu nasıl yapacağız? Dediğim gibi mahremiyeti o çekirdeğe dokunmadan, baştan tasarım aşamasında mahremiyeti dikkate alarak bunu geliştireceğim. Özellikle de yani şu mantıktan hareket etmememiz lazım. Biz şimdi işte şu örneği de veriyorum kendimi tekrar ediyorum ama kusura bakmayın. Biz yerli otomobil geliştireceğiz, 2-3 seneye inşallah bakalım çıkacak deniliyor. Ben sırf yerli otomobil gelecek diye Türkiye’ye bütün yurtdışından gelen otomobillerin ithalini yasaklayabilir miyim, ne kadar gerçekçi bir şey olabilir bu rekabet edemem diye? Bir piyasaya çıkar ondan sonra bakarız ki tamamen yasaklamak bile mantık işi değil.
İnternet gibi verinin saniyeler içinde bütün dünyada dolaştığı bir dünyada bizim verimiz burada kalsın. hiçbir yere şey yapamayız, onu yapamayız, bunu yapamayız bana çok zor geliyor. Bilakis insanları Çin’de olduğu gibi VPN kullanmaya yönlendirecek ki o da hiç mantıklı değil. Onun yerine ama bir taraftan gerçekten Türkiye kendi stratejisini belirleyecek, Türkiye’deki verinin Türkiye’deki şirketler tarafından işlenip de katma değer elde edilmesi için gereken bütün teşvik mekanizmalarını kuracak işte ondan sonraki aşamada gerçekten altyapımız çok muhteşem bir yere gelir de biz Google, Facebook’la veya işte Badoo ile Çin’deki rekabet edebilir hale gelirsek o zaman tamam. Ama burada da yine dünya dengelerini de dikkate alırsak çok hassas çizgiler var. Tamamen kapattığınızda da Çin’deki, Rusya’daki gibi siz diktatör mü oldunuz, işte niye kendinizi dünyaya açmıyorsunuz vesaire gibi bu sefer eleştiri oklarına muhatap oluyorsunuz. Onun için multidisiplinerin üzerinde durulması gerekir. Hukukçu olarak ben şunu söyleyim; teknoparkın da olsun büyük şirketlerde olsun hakikaten mahremiyetle birlikte teknolojini geliştir, gel ben sana rehber yayınlayayım devlet otoritesi olarak. Bunu kuralları, kaideleri şu olsun, gel benden istiyorsan bir sertifika al, bir onay mekanizması olsun veya sadece bildir geç ama bir hata gördüğümde tepene binerim ki bu da risk temelli yaklaşım oluyor, hesap verilebilirlik ilkesi oluyor. Fakat bir strateji belirlememiz gerekiyor yoksa Türkiye’nin verisi Türkiye’de kalsın deyip de ondan sonra da her türlü veri işleme faaliyetini yasaklamakla pek bir yere varabileceğimizi düşünmüyorum ben.
S.Şıracı: Evet hocam, aslında birçok konuyu tek bir yerden cevaplamış olduk buraya kadar diye düşünüyorum. En son şunu soralım o halde; aslında bizim genel olarak mevzuatlarımızda olması ve temel iş ilkelerinden birisi şeffaflık ve hesap verilebilirlik meselesi az önce cümle içinde kullandığımız gibi. Bu noktada mahremiyetin de güvencesi sağlayanın şeffaflık olduğunu görüyoruz. Açık veri konusu da buradan geliyor. Hukukçu olmanız ile birlikte sizin şeffaflıkla ilgili tavsiyeleriniz nedir ve bu şeffaflık mesajını ne verebilir? Bahsettiğimiz şirketlerin büyümesinde belki de şeffaflık ilkesi bulunuyordu, bu nedenşe bu konu hakkında söylemek istedikleriniz nelerdir?
M.S. Çekin: Burada da yine devlet paternalist şekilde mi yaklaşsın, kişiyi kişiye karşı mı korusun ya da daha liberal mi yaklaşsın? Eğer daha liberal yaklaşsın diyorsak tabii ki bunun şartı da şeffaflık olacak. Eğer veri işlemek isteyen sevgili aktörler yani veri sorumluları daha liberal bir piyasa istiyorsa onlara şunlar tavsiye edilecektir: Lütfen şeffaf olun, doğru olun, dürüst olun, ne yapıyorsanız bunu gerçekten açıklayın, insanlarda güven oluşturun ve bu güveni de tabii sarsmayın. Elinizden geleni yapın, makul bütün önlemleri alın ve yarın bir gün bir sorun ortaya çıktığında ve sorulduğunda burada ne oldu diye bana bunun raporunu verebilin, hesabını bana verebilin. Dolayısıyla aslında bu durum sorumluluk bilinci gerektiriyor. Veri sorumlusu yeteri kadar sorumlu davranıp kendine emanet edilen verileri o emanet etme amacı doğrultusunda kullanır, o güveni hem bir taraftan tesis eder hem de muhafaza edebilirse kanaatimce burada artık devlet otoritesinin o kadar paternalist yaklaşmasına gerek kalmayacak, kişi kişiye karşı da korumaya gerek kalmayacaktır. Bilakis burada veri sorumlusu benim derdim insanları gözetlemek, onların mahrem alanına girmek değil. benim derdim burada ekonomik açıdan katma değer yaratmaktır mesajını devlete makul şekilde verebildiğimiz takdirde bence güzel bir tablo ortaya çıkabilir.
S. Şıracı: Evet, çok teşekkür hocam katılımınız ve anlatımlarınız için.
M.S. Çekin: Umuyorum tekrar görüşürüz.
S.Şıracı: Tabii, bir başka programda tekrar görüşmek üzere diyelim, sağ olunuz.